Background


Babamın her sene sonunda yenisini getirip değiştirdiği Maarif Takvimi yaprakları 1986 senesini gösteriyordu. Meksika depremi bütün acı görüntüleri ile belleğimizdeydi. Başkan Reagan, "Özgürlük için ileri!" konuşmasının üzerinde çalışıyordu. Mikhail Gorbaçov, SSCB'yi yeniden yapılandırırken, Çernobil faciası patlak vermişti. Konuyla ilgili bakanımız ve Atom Enerjisi Kurumu başkanımız hemeh her gün TRT ekranlarında "çayda radyasyon yok, ahanda bakın nasıl da içiyorum" diye çayını höpürdetiyordu. Başbakan Turgut Özal, "Radyasyonlu çay daha lezzetli" diyecek kadar ileri gitmişti. Sokaktaki adam, "Türk'e radyasyon madyasyon işlemez" diyordu. Başkan Reagan ile diğer başkan Gorbaçov, Reykjavik'te biraraya gelmiş ve kucaklaşmışlardı. Bir yandan silahsızlanma üzerine konuşurlarken, Reagan, "Yıldız savaşları projesinini vazgeçilmez" olduğunu söylüyordu. Sovyetler Birliği, MIR Uzay İstasyonu'nu uzaya parça parça taşırken, ABD, Challenger uzay mekiğini havada patlatmıştı. Oliver Stone, Platoon'la Oscar ödüllerini toplamış, Elie Wiesel de Nobel'i kapmıştı. Olof Palme cinayetinde bazı Türk'lerin de adı geçiyordu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim'ın eski bir Nazi işbirlikçisi olduğunun ortaya çıkması herkesi şok etmişti.

Bıyıklarımız yeni terler iken gelişen bu kadar olay başımızı döndürmüştü. Dünyadaki dönüşümlerin merkezinde olduğumuzun farkında değildik henüz. Okul sınavlarının da bittiği bu yaz başlangıcında baş dönmesinden kurtulmak ve biraz olsun eğlenmek için çok büyük bir fırsat vardı şimdi önümüzde: 1986 FIFA Dünya Kupası!

Bir öncekini de aklımız yettiğince izlemeye çalışmışsak da, henüz neyin ne olduğunu tam kavrayamıyorduk. Bir tek, Paolo Rossi'nin kupayı İtalyanlar'a getirdiği ve Fransızlar'ın futbol sözkonusu olduğunda çok şanssız olduğu aklımızda kalmıştı.

Çok sonraları, depremin yaralarını sarması için Meksika'ya verilen 1986 Dünya Kupası'nın, izlediğimiz son keyifli uluslararası organizasyon olduğunun da farkına varacaktık. Ama önemli olan bu değildi şimdilik. Grup maçları oynanmaya başladığında ilk farkettiğimiz, SSCB takımının, geleneksel anlayışlara çok ters gelen farklı bir futbol oynadığıydı. 6-0'lık Macaristan galibiyeti ile turnuvaya başlayan SSCB, bir anda kupanın favorileri arasında gösterilmeye başlanmıştı. Başlarında "Kurt" lakaplı Lobanovski ile "buz hokeyi" stili olarak anılan ilginç bir taktik anlayışı ile oynuyorlardı. Top geride hızlı bir şekilde çevrilerek rakibin başı döndürülüyor, bir anda uzun bir pasla rakip defansın arkasına sarkan forvet(ler)e top ulaştırılıyordu. Milimetrik paslar atmakla itham ediliyordu Sovyet takımı, bazıları daha da ileri gitti ve "2000 yılının futbolunu oynuyorlar" dedi!
SSCB - Macaristan : 6 - 0
Kupanın gediklileri de ilk turu kolayca geçiyorlardı. Ama ilk turun en göz alıcı takımı, Afrika çöllerinin temsilcisi Fas idi. İngiltere, Polonya ve Portekiz'in önünde grubu lider olarak tamamlıyorlar ve diğer grubun ikincisi Batı Alman takımına korku salıyorlardı. Ancak ikinci turda işler yaver gitmeyecek ve şanssız bir biçimde Batı Almanya'ya 1-0'lık skorla eleneceklerdi.

İkinci turun şans getirmediği takımlar arasında ilk turun görkemli takımı SSCB de vardı. Grup 2'yi Fransa'nın önünde lider tamamlayan Sovyet takımı, diğer grubu 3. sırada bitirebilen Belçika ile oynuyordu. Lobanovski'nin takımı, Belçika karşısına çıktığında kontrol hakemdeydi. Belçika, attığı 4 golden birisini bariz ofsaytta iken, diğerini de yaklaşık yarım metre dışarıdan çevrilen topla yapmıştı. Sovyet takımının attığı üç gol ise kontrolü sağlamaya yeterli olmayacaktı elbette.



2. turda Uruguay'ı 1-0'la geçen Arjantin, Paraguay'ı 3-0'la geçen İngiltere karşısına çıkıyordu. Sonu -guay'la biten iki takımı elemelerinden çok daha büyük anlamı vardı bu maçın. İki ülke, kupadan hemen önce Fakland Adaları'nda karşı karşıya gelmiş ve Demir Leydi Margaret Theatcher, bu savaşı İngiltere lehine sonlandırmıştı. Ama bücür Maradona da, ikinci yarının hemen başında kendi sahasının ortasından başladığı koşusunu İngiltere kalesinde sonlandırmıştı. Bu gol, futbol tarihinin en güzel golleri arasına kendisini yazdırırken; Maradona, skorun Fakland'ın öcünü almaya yetmeyeceğini düşünüyordu. Ancak, elindeki kartlar da daha iyisine imkan bırakmıyordu. Böylelikle tanrı'nın elinden bir kare-as çekti ve masaya bıraktı. İngilizler, önce blöf yaptığını sandılar; kartlar açıldığında ise hile yaptığını düşündüler ama masadaki kartlar tanrı'ya aitti ve maalesef buna itiraz geçerli sayılmıyordu. İngilizler'e "pas" demek dışında seçenek kalmamıştı.


Her ne kadar SSCB'yi hakemin yadımıyla elemişse de boş bir takım olmadığını göstermek için İspanya'yı eleyerek yarı finale kadar gelen Belçika, Arjantin'e rakip olmuş; ancak Maradona'nın hışmına uğramaktan kurtulamamıştı. Brezilya'yı penaltılarla eleyen son Avrupa şampiyonu Fransa da, yaşlı Alman takımı önünde varlık gösteremedi ve 2-0 biten iki maç, iki finalisti de belirlemiş oldu.

Böylelikle 1986 Dünya Kupası'nda sona gelinmiş ve Arjantin ile Almanya kupayı kaldırmak için er meydanına çıkmıştı. Final maçında TRT'nin ünlü futbol sunucusu Halit Kıvanç da meydana çıkmıştı.

TRT ekibi, turnuvaya "veteran" Halit Kıvanç'ı da götürmüş ve ona jübile yaptırıyordu. Diğer maçların tümünde İlker Yasin, Levent Özçelik ve Tansu Polatkan gibi genç kuşak TRT spikerleri görev alırken, final maçını Halit Kıvanç anlatacaktı.

Maç başladığında Maradona'lı Arjantin'in yaşlı Alman ekibine göz açtırmaya niyeti olmadığı anlaşıldı. Nitekim zorlanmadan skoru 2-0'a taşıdılar. Her ne kadar skor tabelasında Maradona'nın ismi yok ise de, iki golün ortası da ondan gelmişti.

Daha çok pazar sohbetleri ile belleğimizde yer etmiş olan ve futbol anlatımına yetişemediğimiz Halit Kıvanç, skorun da etkisiyle Alman takımını eleştirip duruyordu. Eski futbol dayanıklılıklarının olmadığından, kadronun böylesi bir organizasyon için çok yaşlı olduğundan, Arjantin gibi bir takım karşısında hiç şansları olmadığından dem vuruyordu.

Maçın 70. dakikaları oynanırken Almanlar bir taç atışı kazandılar. Yaşlı efsane Karl Heinz Rummenigge, topu eline almış ve atışı kullanmıştı. Ancak hakem, Rummenige'nin atışını beğenmedi ve taçı Arjantin'e verdi. Halit Kıvanç ise hayatının en yanlış lafını ettiğini az sonra anlayacaktı: "Bakınız sayın seyirciler, yılların Rummenige'si, taç atmayı bile unutmuş."

Hemen birkaç dakika sonra, Rummenigge taç atmayı unutsa bile gol atmayı unutmadığını fısıldamıştı Halit Kıvanç'a ve durumu 2-1'e getirmişti. Halit Kıvanç, bu kez onu övmek zorunda kaldı: "İşte bu, deneyim bu, büyük futbolcu bu, ruhsuz oynayan Almanlar'ı deneyimiyle ayağa kaldırdı. Yeniden umutlandırdı, büyük oyuncu bu."


5 dakika geçmeden Voller de 2-2'ye taşıdı skoru. Halit Kıvanç'ın ibresi ise artık tamamen Almanlar'ın lehine dönmüştü: "İşte sayın seyirciler, Almanya bu, hiçbir zaman maçı bırakmazlar, son saniyeye kadar mücadele ederler."

Ama o kupa, Maradona'nın kupasıydı. Kariyerine bir Dünya Kupası katmak için gelmişti oraya ve vazgeçmeye hiç de niyeti yoktu. 85. dakikada yaşlı Alman takımı, uzatmadan önce bir gol atıp işi bitirmek isterken kaybetti topu, orta çizginin gerisinde topla buluşan Maradona, Alman defansının arkasına sarkmakta olan Burruchaga'yı gördü. Schumacher ürkmüştü üzerine koşan bu genç Arjantinli'den. O da Schumacher'in yanından topu ağlara bıraktı.

Halit Kıvanç da futbol sunmayı bıraktı!

Biz ise, futbolda her an herşeyin mümkün olduğuna dair sarsılmaz bir inançla yeniden döndük hızla değişen dünyamıza...