Background


yine hangi zibidilikle uğraşıyordum bilinmez ama gecenin bir vaktinde sokakta olduğum, yağmurun çiselediği ve benim ayakkabımın bağcığının ise çözülmüş olduğu gerçeği gün gibi aşikardı. ben koskoca bir arşidük olarak tabi ki yere çömüp de ayakkabımın bağcığını bağlamak istemediğimden bir yükselti bakınıyordum. şöyle ayağımı koyup da bağcığımı bağlamak için. o esnada azıcık yürümemle daracık sokakta bir binanın duvarından ortalama boyda bir insanın dizine kadarlık bir yükseltide bir demir, nerdeyse sokağın ortasına kadar uzanmaktaydı. bu sokağın ortasına kadar olan kısım, o esnada benim sokağın neresinde yürüdüğümü de gösteriyordu. duruma anlam veremedim ve bir süre bu demirin o duvara neden çakılmış olacağına akıl sır erdirmeye çalıştım.

tam o dakkada durumu çözümledim: bu demir, benim ayakkabı bağcığımı bağlamam için tanrı tarafından ve o an için uzatılmış bir demirdi. öyle ya, sürekli orda olsa birileri takılır düşer, kafasını gözünü yarar, alimallah bina sahibi mahkemelik olurdu. bu da demek oluyordu ki bu demir, benim demirimdi. şöyle gerinerek ayağımı kundura boyacısının sandığına koyar gibi kaldırıp demirin üzerine koydum ve hafif bir gülümsemeyle eğilerek bağcığımı bağladım. hehhe, gerçekten çok klas hareket etmiştim doğrusu. tam bir soyluya yakışır biçimde davranmıştım.

şte benim fonksiyonel tanrı kavramını geliştirmem bu sayede oldu. o tarihten sonra artık fonksiyonel bir tanrım vardı benim. mesela telefon kartım var ve birine telefon etmem gerek. hemen dua etmeye başlıyordum: "tanrım, bir telefon kulübesi ihsan eyle bu kuluna ki şu arkadaşımı arayabileyim." ve biraz yürümemle pattadanak karşımda telefon kulübesini buluyordum. sonra işimi bitirip, "tanrım, telefon kulübesi gönderdiğin için şükranlarımı sunarım" diyerek tekrar dua ediyordum.

sonra mesela eminönü'ne gitmem gerek. otobüs durağına gidip, "tanrım, sen herşeye kadirsin. ne olur eminönü otobüsü yolla bana." diyerek duaya başlıyordum. hah, işte eminönü otobüsü geliyor, "şükürler olsun tanrım!"

bir dediğimi iki etmiyordu fonksiyonel tanrım, her istediğimi gönderiyordu. tabi ben de tamahkar bir insandım. öyle aşırı isteklere kaçmıyor, verilenle yetinmesini biliyordum.

sonra sonra bazı isteklerim gerçekleşmeyince soğudum fonksiyonel tanrı'mdan. ben onu, o beni aramaz oldu. ama işlerim de yolunda gitmez oldu açıkcası o saatten sonra. bu aralar tevbe edip fonksiyonel tanrı'ma yeniden kavuşmayı düşünüyorum. ama bu sürecin beklediğim gibi gelişmeyebileceğinden duyduğum korku elimi kolumu bağlıyor. yine de sanırım tevbe etmem gerek... evet, gün gibi aşikar; tevbe etmem gerek...

işte ağustos geldi
böcekler öter artık
bana bu kadar çile
çektirdin yeter artık

indim çeşm-i cihana
su içtim kana kana
sensiz bu hayat bana
ölmekten beter artık